4 Temmuz 2016 Pazartesi

Doğu ve batının buluştuğu konser: Damon Albarn & Suriyeli Müzisyenler Orkestrası


Aylar önce bir karaoke barda Blur'un Girls and Boys şarkısını söylerken yakın zaman sonra Damon Albarn'ı canlı göreceğimi hiç tahmin etmezdim. Bu da nasip oldu neyse ki geçtiğimiz hafta 27 Haziran'da.

İstanbul Caz Festivali'nin programı birkaç ay önce açıklandı ve çok sevdiğimiz Damon Albarn'ın Suriyeli Müzisyenler Orkestrası ile festivali açacağını duyunca arkadaşımla hemen biletleri aldık. 90lar Britpop'un Oasis ile birlikte krallarından biri olan Blur grubunun solisti, ayrıca dünyanın ilk ve en meşhur animasyon grubu Gorillaz'ın da yaratıcısı olan Damon Albarn'ın sayısız projelerinden biriydi bu konser de. En son 2010'da Yeni Zelanda'da sahne alan gruba Suriye'de savaş başlamasından sonra da orkestra şefi Issam Rafea vasıtasıyla ulaşan ve orkestrayı tekrar toplayan Damon Albarn'ın bu projesi bir barış mesajı niteliğinde.

İstanbul'dan hemen önce Londra'da Glastonbury Festivali'nde sahneye çıkan grubun vereceği konserin Suriye müziğine ve kültürüne saygı duruşu niteliğinde bir konser olacağı dışında nasıl geçeceği hakkında pek bir fikrim yoktu. Ben de konser öncesinde kendi kendime Damon Albarn'a saygı duruşunda bulunup çeşitli projelerinden şarkılarını dinledim bol bol.

Konser, İstanbul'da en sevdiğim konser alanlarından ve yaz konserleri deyince akla gelen ilk yer olan Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleşti. Öğrenci koltuklarının dopdolu olduğu konser başladığı anda birkaç sıra öndeki boş koltuklara hücum ettik. Kazık ama klasik Frigo dondurması eşliğinde orkestranın yerini almasını izledik ve Damon çıktı sahneye. Alkış, çığlık, kıyamet... Sevdiğimiz ve yıllardır sadece makinelerden müziğini dinleyip ekranlardan yüzünü gördüğümüz bir ünlüyü canlı canlı görünce yaşanılan his gibisi yok... Sanki o gerçek bir insan değilmiş gibi geliyor ama aslında senin benim gibi bir insan. Biz bile hala böyle düşünüyorsak onların psikolojisini hayal edin artık...

Damon kısaca projeden bahsedip sahneyi Suriyeli müzisyenlere bıraktı. Anladım ki o sadece projenin mimarı ve destekçisi olarak orada; bu gece Suriyeli müzisyenlerin... Orkestra başladı bize tanıdık gelen oryantal ezgileri çalmaya... Suriyeli müzisyenler diyoruz ama içlerinde Malili, Senegalli ve Lübnanlı olanlar da vardı kadınlı erkekli. Özellikle kendi özel yaylı çalgısını wah-wah pedalına bağlayan ve müthiş sololar atan müzisyene selam göndermek istiyorum buradan. Hele başka müzisyenlerle karşılıklı solo atmaları müthişti.

Kadınların tüyler ürpertici sesleriyle söylediği duygulu şarkılar da dili anlamasak da herkese dokundu. O anda düşündüm, ve sanırım konserin de biz seyircilere düşündürtmeye çalıştığı şey buydu: bu milleti son zamanlarda hep savaş ile anıyoruz. Aklımıza oradan oraya göçen, denizlerde boğularak yaşamını yitiren, hep sıkıntılar içinde olan insanlar geliyor. "Mülteci" diye yaftalıyoruz. Ötesini düşünmüyoruz, düşünemiyoruz, medya bize düşündürtmüyor. Ama onların da çoğu bize çok uzak olmayan bir kültüre sahip. Onlar da müzik dinlemekten, çalmaktan ve dans etmekten hoşlanıyor. Aslında çok yakınız: konserde çaldıkları bir müziğe alkışla tempo tutan ve ayağa kalkıp dans eden insanları görünce bunu anlıyorsunuz.

Ve Damon Albarn da batının bağrı İngiltere'den gelen usta bir müzisyen olarak bu hep itelediğimiz ve çok zengin bir müzik kültürü olduğunu unuttuğumuz doğu müziğini batıyla buluşturan elçi olarak karşımıza çıkıyor. Piyanoya oturup Beatles'ın Blackbird şarkısını orkestrayla söyleyince gönlümü bir kez daha fethediyor. Bir süre sonra da arkadaşımın konser öncesi tahminini doğrulayacak şekilde Blur'un Out of Time şarkısını söylemek için gitarı eline alıyor.

Buraya küçük bir dipnot düşmek istiyorum. Ben, konserlerde durmadan video ve fotoğraf çeken biri değilim. Çekenlerden de pek hoşlandığım söyleyemez, Alex Turner kadar atar yapmasam da anlamsız bulurum konseri orada oldukları halde baştan sona ekranlarından izleyenleri. Ama önemli anlarda tadımlık videolar çekerim 15-20 saniyelik, belki birkaç da fotoğraf. Anı olsun diye. Aynı şeyi bu konserde de yaptım ve Damon'ın çıktığı anları ölümsüzleştirmek için telefonu elime aldım. Ve konsantrasyonumu kaybettim! Evet, aynı anda telefona mı bakayım, sahnedeki Damon'a mı bakayım, sahne kenarlarındaki dev ekrandaki Damon'a mı bakayım yoksa müziği mi hissedeyim bilemedim! Zaten ben bütün bunları yapayım derken kısacık şarkısını bitirmişti Damon ve koşarak sahneden çıkmıştı.

Yani diyeceğim o ki; boşverin snap atmayı, arşivinize en sevdiğiniz şarkıların canlı performansını eklemeyi. Nasılsa izlemeyeceksiniz bir daha, gerçekten. Bilgisayarınıza atacaksınız ve orada duracak. Belki bir gün açıp diyeceksiniz ki "zaten çok küçük/bulanık/sallantılı çıkmış, keşke çekmeseymişim." Ben bir daha çekmeyi düşünmüyorum, en azından en konsantre olmam gereken anlarda; kendimi protesto ediyorum. Tamamen an'a odaklanacağım ve plastik bir ekranın beni gerçek zevkten mahrum etmesine izin vermeyeceğim. Size de aynısını yapmanızı öneririm, eğer profesyonel fotoğrafçı/videocu değilseniz.

Konsere dönecek olursak... En son konuklar çıktı, çeşitli Arap ülkelerinden rapçilere ülkemizden de çok sevdiğim Ceza eşlik etti. Keşke daha fazla kalsaydı diye düşündüğüm anda Cezayirli efsane Rachid Taha da gelmesin mi sahneye... Tek bildiğim ve bayılarak dinlediğim şarkısı Ya Rayah'ı söyler mi diye düşünürken onun da melodisini duymaya başlamayayım mı... Fakat Rachid Taha, sahneden önce bir-iki tek atmış gibiydi backstage'de; durmadan bağırıp şarkıyı bize söyletmeye çalıştı Arapça bilmediğimizi unutarak sanırım. Neyse ki müzisyenlerden biri imdada yetişti ve şarkıyı söylemeye başladı. 

Bir ara Damon da sahneye çıktı, daha doğrusu çıkarıldı. Sahne kenarından konseri izlerken müzisyenler onu sahneye aldı, o da hafif utangaç bir şekilde dans etmeye çalıştı. Konserin en komik anı da herhalde Damon'ın çaktırmadan el çırpa çırpa geri geri sahneden kaçmasıydı. Kahkahalara boğulduk.

Konser çabuk bitti. Ya da bana öyle geldi, aslında iki buçuk saat sürmüş ama daha saatlerce dinleyebilirdik. Ramazan oluşu da konsere ayrı bir hava kattı, sanki iftardan sonra TRT Müzik'i açmışız ve geleneksel müziğe eşlik ediyoruz. Bazı şarkıların Türkçe olup olmadığını bile sorguladık. Boşuna demiyorum müzik kültürümüz çok benziyor diye.

Konser sonrası Damon Albarn'la bir hayranı olarak gurur duydum. Ne mutlu kendini bu kadar geliştirmiş, vizyonunu bu kadar açmış da çeşitli kültürlerden müzisyenleri bir araya getirmiş. Yıllardır işi gücü yok savaş halindeki ülkeleri geziyor, çalışıyor, çabalıyor. İstese Blur'un başarısıyla yetinip İngiltere'de kalabilirdi hayatının sonuna kadar. Ama o yeniliklere açık ve tutkulu bir müzisyen olarak bence bir müzisyenin olacağı en kutsal yerde şu an: dünyayı gezip biz müzikseverlerin ufkunu açıyor. Ne mutlu sana ve teşekkürler Damon!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder